Tarihe mal olmuş bir adam çıkıyor.
Sözleriyle, yaptıklarıyla, yasalarıyla ve kibrinin tınısıyla diyor ki: “Ben Müslüman değilim.” Bunu bazen açıkça, bazen ince alaylarla söylüyor.
Kur’an’ı tefsir ettiriyor; soruyorlar, “Niçin?”
“Millet, Arap uşağının ne yaveler yediğini görsün,” diyor.
Yani kelâmullahı, yüzyılların imanını aşağılama vasıtası hâline getiriyor.
Sonra “gökten indirildiğine inanılan dogmalar” diye ayetlerle alay ediyor; Allah’ın kelamını beşerî bir safsata gibi sunuyor.
Ve ardından, İslam’ın rahmet iklimini kurutan yasaklar çıkarıyor: ezanı susturuyor, Kur’an kurslarını kapatıyor, medreseleri dağıtıyor, camileri karanlığa gömüyor.
Yani sözle değil, fiille de ilan ediyor: “Ben, bu dine mensup değilim.”
Ama ne hikmetse bizim muhafazakâr camia hâlâ bu gerçeği kabullenemiyor.
Yahu kardeşim, adam diyor ki “ben Müslüman değilim.”
Sen hâlâ diyorsun ki, “yok, o aslında Müslümandı da farkında değildi.”
Hadi bakalım, şimdi camilerde mevlüt okutalım, hatim indirelim, dua edelim.
Sanki ısrarla “biz onu kurtaracağız” diyerek, dinin şartlarını değil duygusal romantizmi esas alıyorlar.
Oysa İslam’ın ilkesi nettir:
“Kalp ile tasdik, dil ile ikrar.”
Adam diliyle reddetmiş, kalbiyle uzak durmuş, fiiliyle düşmanlık etmiş.
Bunun üzerine hâlâ “Müslümandır” demek, hem dine hem de insafın aklına hakarettir.
Bu, bir insanı kurtarmak değil; hakikati tahrif etmektir.
Kur’an buyurur:
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kâfirûn 109/6)
Bu ayet sadece inanç özgürlüğünü değil, imanın haysiyetini de korur.
Zira iman, zorla yüklenmiş bir sıfat değil; gönlün kendi iradesiyle seçtiği bir yoldur.
Bir insan o yoldan kendi iradesiyle çıkmışsa, senin onu zorla o yola döndürmen artık bir iman değil, bir tahakkümdür.
Fakat bizde bu tahakküm, zamanla duygusal bir savunma refleksine dönüştü.
Kimi, “aman tarihe mal olmuş birini dinsiz ilan etmeyelim” diyor;
kimi de “Müslümanlara şirin görünelim” diye hakikati eğip büküyor.
Halbuki iman, sayılarla değil sadakatle ölçülür.
Allah’ı seven, O’nun kitabına saygı duyar;
Kur’an’ı “Arap uşağının yaveleri” diye aşağılayan birine methiye düzmez.
O halde açık konuşalım:
İslam’a ve inananlara hayatı boyunca zulmetmiş, Kur’an’ı tahkir etmiş, Ezan’ı susturmuş birini zorla Müslüman ilan etmek, ölülere rahmet değil, dine ihanettir.
Zira iftira sadece yaşayanlara değil, ölenlere de atılır; ve ölüye atılan iftiranın vebali, dirinin sırtında taşınır.
Bizim yapmamız gereken, gerçeği güzelleştirmek değil;
hakikate sadık kalmaktır.
Tarih, makyajla güzelleşmez; iman, ısrarla dayatılmaz.
Birinin inançsızlığını örtbas etmek, bizim imanımızı da gölgeler.
Herkesin dini kendine; bizim görevimiz, adaleti, doğruluğu ve hürmeti korumaktır.
⸻
Son Söz – Kelâm-ı Latîf:
İman bir paye değildir ki ölülere dağıtılsın.
O, gönülden gelen bir teslimiyettir.
Tarihin tozlu sayfalarını aklamak için değil, hakikati korumak için yazıyoruz.
Bırakın Allah, kimin Müslüman olup olmadığını kendisi hükmetsin;
biz sadece şahit olalım, zorlamayalım.
Yavuz Selim SANİ





