Pazar sabahı, gönüllere ferahlık veren bir sabahın sessizliği içinde Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin sohbetinde bulunduk. Ne bir gösteriş, ne bir iddia… Sadece sükûnet, vakar ve Allah’a adanmış bir ömürden süzülen tevazu vardı o salonda. Hocaefendi konuşmadı aslında; kalplerimize dokundu. Sözleri değil hâli anlattı bize İslâm’ı.
Zamanın hızla akıp gittiği, insanın kendini bile tanıyamadığı bir çağda, O’nun her kelimesi bir sığınaktı. Dünyanın parıltısından arınmış, ihlasla yoğrulmuş bir hayatın örneğini görmek, bu topraklarda hâlâ nefes alan bir irfanın varlığına şahit olmaktı. Tevazu, sadece alçak gönüllülük değilmiş; bir hakikatin içinde kaybolmakmış, benliği eritip “O” olmakmış.
Sohbetin sonunda bir dost gibi gülümsedi, “Allah iyilik versin evlâdım” dedi. Bu cümlenin içinde öyle bir dua, öyle bir sıcaklık vardı ki… Bir âlimin, bir gönül insanının duasını almak, dünya nimetlerinden daha kıymetliydi o an.
Topbaş Hocaefendi bize hatırlattı ki, gerçek zenginlik malda değil, gönüldedir. Gerçek asalet makamda değil, hizmettedir. Ve gerçek huzur; ne alkışta, ne şöhrette… Rabbini bilen bir kalptedir.
Bugün hâlâ böyle insanlar varsa, bu milletin umudu tükenmez. Çünkü her çağda, kalpleri diri tutan birkaç “tevazu eri” vardır. Onlar bize Allah’ı, ahireti, emaneti hatırlatır. Onlar yürürken toprak bile saygıyla susar.
Ve biz, bir pazar sabahı onların yanında oturduk; kelimelerle değil, hâllerle yoğrulduk.
Yavuz selim sani






