Nereye Gidiyoruz, Hani Kalkınma!..
Sevgili dostlar ülkemiz son 15 yıldır büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamaya devam ediyor. Kimilerine göre bu, olumlu ve iyiye doğru bir değişim ve dönüşüm olarak anlaşılıp lanse edilmeye çalışılsa da bizce hiçte öyle değil. Şimdi içinizden kimileride, “elbette öyle aksini düşünmek abesle iştigal olur” diyeceklerdir. Tabii her fikir ve düşünceye tarafsız bir yorum yapabilmeliyiz. Belki o fikre saygı duymayacağız ama hiç olmazsa tahammül edebilmeliyiz. İşte bizde, Türkiye’mizin son 15 yıldır aslında bilinen bir bilinmezliğe, bir uçuruma doğru sürüklendiğini ve bu gidişe biran evvel son verilmesi gerektiğine vurgu yapmaya çalışıyoruz. Gerek, düşüncelerimizi birebir diyaloglarımızda, gerekse bu şekilde makalelerle sizlere ulaştırmaya çalışıyoruz. Yazılarımız ve fikirlerimizde her görüşteki insanı tatmin edecek ortak bir dil bulamasak bile olabildiğince gerçekleri yansıtabilmek ve dosdoğru olabilmek için Rabbimize verilmiş bir sözün sahipleri olduğumuz bilincini her zaman yüreğimizde taşımaktayız.
Şimdi gelin 15 senelik zaman sürecinde neler yaşanmış kısa ama ana hatlarıyla Türkiye’mizin halini bir inceleyelim. Sonrasında salim ve tarafsız bir kafayla kendinize bir soruverin; “Türkiye son yıllarda iyiye mi yoksa kötüye mi gidiyor?”
Kötüye gidiş 1999 sonunda başladı. Tarımımız, sanayimiz dolayısıyla ekonomimiz dışarıdan ithal bir anlayışın eline teslim edildi. Yerli, milli ve adil düzeni ellerinin tersiyle iten Türkiye insanı bu tarihten itibaren kendi kaderini dışarıdan yönlendirilen bir takım çehrelerin eline teslim etti. Tarımda kendi kendine yeten ve hatta dünya pazarında ciddi ihracat payına sahip bir konumda iken birdenbire tarım reformu adı altında kotalar konmaya başlandı. Buda yetmezmiş gibi sözde verimi arttırmak adına yerli tohumlar rafa kaldırılıp genetiği değiştirilmiş hastalıklı tohumları bu millete iyi bir şeymiş gibi sundular.
Derviş-Fischer modeli ile yönlendirilen ekonomimiz; üretmeden, faiz gelirleriyle ayakta tutulmaya başlandı. Bu modeli AKP iktidarıda aynı şekilde devam ettirdi. Kötü gidişe vatandaşın borçlarıyla başlayalım isterseniz.
2002'de 8 milyon icra dosyası vardı… 2012'de 21 milyon dosyaya ulaştı! Vatandaşın bankalara 2002'de 6.6 milyar borcu vardı… 2013 Ekim ayında 322 milyara çıktı. Kendinden önceki iktidarların 56 yılda kullandığı kaynağın 2 katını (1.617 trilyon dolar) 10 yılda kullanmasına rağmen, AKP iktidarında ortalama yıllık büyüme yüzde 4.7 oldu. Ekonomiyi sanayi yerine inşaatla büyütmeye çalışan AKP’nin büyüme verileri kalite yönünden de ciddi düzeyde gerilerde kaldı. Ekonominin can damarı olan sanayi sektörü AKP döneminde sadece yüzde 5.4 oranında büyüyebildi. Buna karşılık sanayi 1950 ve 1960’lı yıllarda yüzde 9.3, 1970’li yıllarda yüzde 6.3 ve 1980’li yıllarda yüzde 5.9 büyüdü.
2002 deki iç ve dış borç toplamımız 257 milyar lira iken 2015 itibariyle borcumuz 690 milyar liraya ulaştı maalesef. Bu rakamları bildirenler bizzat Kalkınma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığıdır. Maalesef “Hayaldi Gerçek Oldu”…
Milletinin gerçek meselelerini dert edinmeyen ve bu meselelerin çözüm yeri olarak Batı’yı tercih eden zihniyetler eliyle koca bir medeniyet yok oluşa doğru sürüklenmeye devam ediyor maalesef. Bu zevatlar, vatandaşları açlık sınırlarında bir yaşama mahkum iken; kendileri, avanesi ve şakşakçıları sırça köşklerde, yağlı ballı hayat sürmekte ve garip ve yoksulların istek ve taleplerine kör sağır kesilmektedirler. Hem bu zevatlar çok değil daha 15-20 sene evvel Hz. Ömer misali adalet ile devlet yönetmekten, yetimin ve devletin 1 kuruşunu dahi tüketmemekten bahsedip nutuk atarlardı.
Endülüs hükümdarlarından Yahya bin Yuğan yolda Allah dostu Ebu Abdullah et-Tunsi ile karşılaşır. Hükümdar, yaşlı Allah dostuna saygıda kusur etmez. Atını durdurur, selam verir. Allah dostu, hükümdarın selamını sakin ve vakur bir tavırla karşılar. Ve hükümdar, sorar: “Ey şeyh! Bu kıyafetlerle namaz kılmam caiz midir?” Hükümdarın üzerindeki elbiseler bir servete denktir. Ebu Abdullah ise sadece güler. O’nun gülmesi hükümdarı kızdırır. Sertleşir. “Niye gülüyorsun?” der. “Anlayışının kıtlığına, nefsinden ve halinden bu kadar cahil olmana!.. Hiçbir şey sana bir leşin kanları içinde yuvarlanarak onu iğrenmeksizin yiyen, ama kirlenmesin diye de işerken bacağını havaya kaldıran bir köpekten daha çok benzeyemez. Halkın devletten gördüğü bütün zulüm, fakirlik, haksızlık ve adaletsizliklerden hesaba çekileceğin halde, sen kalkmış elbiselerini soruyorsun.” Yahya bin Yuğan, gözyaşlarına boğulur... Atından yıkılır, sadece atından değil saltanatından da... Hükümdarlığı bırakır... Evet, şeyhin cevabı çok şeyler anlatıyor anlayana...
Peygamber Efendimizin İsrail oğullarının nasıl bozulmaya başladığını şöyle anlattığı rivayet edilmektedir.
“İsrail oğulları ilk zamanlar, kötülük yapan birini görünce: "Bak arkadaş! Allah'tan kork ve bu yaptığından vazgeç! Çünkü bunu yapmak sana helal değil" diye uyarırlardı. Ertesi gün o adamı aynı vaziyette gördüklerinde ise bir daha ikaz etmez, üstelik onunla birlikte oturup kalkmaktan, yiyip içmekten çekinmezlerdi. İşte o zaman Allah (c.c) onların kalplerini birbirine benzetti. Peygamber Efendimiz bunları söylerken bir yere yaslanarak konuşuyordu. Birden doğruldu ve sözünü şöyle tamamladı. Ya siz de birbirinize iyi şeyleri tavsiye eder, birbirinizi kötülüklerden sakındırır, zalimin zulmüne engel olursunuz yahut da Allah (c.c) kalplerinizi birbirine benzetir, İsrail oğullarına lanet ettiği gibi size de lanet eder.”
Bizler mübarek kitabımız Kuran-ı Kerim’de, rabbimizin “Sen yine de öğüt ver” emrine uyarak bu satırlarda nasihat ve “Emri bil maruf, nehyi anil münker” yükümüzü üzerimizden atmaya çalışmaktayız.
Üzülerek görüyoruz ki, insanlarımız Allah’ın (c.c) hor gördüğü; yanlışı, yalanı, hırsızlığı, rüşveti, faizi, zinayı, hayasızlığı, adam kayırmayı v.b. birçok münkeri hoş görmeye yada görmemezliğe başlamış haldedir.
Hacı amca 5 vakit camide rabbine secde eder ama faiz alınıp verilmesini hoş görür. Daha önceki hükümetler çalmadı mı, çırpmadı mı? Bunlarda götürdüler ama en azından bir şeylerde yaptılar canım!.. Bu gibi sözler bir Müslümana yakışır mı? İslam coğrafyasında topyekun bir kıyım devam ederken, bu vahşetin çözüm yeri olarak NATO, BM ve AB’yi gören iktidar ve destekçileri değil 5 vakit 25 vakit alnı secdeden kalkmasa da Allah (c.c) tarafından kabul görmeyecektir.
İster istemez “Nereye gidiyoruz” demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi helakımızı hazırlıyoruz. Şer merkezler kendilerini yormadan BOP adı verilen büyük İsrail planını bizlere uygulattırıyorlar. Batı, İslam coğrafyasını “Küçük Lokma” yapıp yutacakları gün için sabırsızlanırken, Müslüman devletlerin yöneticileri de bilerek yada bilmeyerek onların ekmeğine yağ sürmektedirler. Daha 15 sene evvel “Haçlı Birliği” dediği AB’ye dahil olmak için her türlü tavizi veren, önce AB Bakanlığı kurdurup şimdide günah çıkarır gibi Osmanlı esintileriyle milletin gazını alan zihniyetlere karşı uyanık olmak icap eder. Şuurlu olmak elzemdir. Rabbim bizlere bir an evvel uyanış nasip etsin.
Ey millet!.. Nereye Gidiyoruz!...