"Hoca"dan yeni öğrencilerine ilk ders...
“Toplu katılım” sonunda “kazasız-belasız” gerçekleşti.
“Sahnede sergilenenler” görüldü…
Ama, olay yalnızca “sahnede sergilenenler” ile sınırlı değil…
Onların yanı sıra bir de “perde gerisinde yaşananlar” var.
Kulaktan kulağa fısıldanıyorlar.
Fısıldananlar arasında bazıları var ki, son derece ilginç…
Şaşkınlık yaratıyorlar… “Yok yaa!..” dedirtiyorlar insanlara…
“Rivayet bu” ya…
“Zat-ı muhterem” CHP’nin tüm yöneticilerini toplantıya çağırır…
Elbette ki “yol arkadaşları”da katılır toplantıya…
Toplantı, kısa süre de “ders” haline dönüşür…
“Hoca” başlar anlatmaya…
Anlattıkça anlatır…
Öğrencilerden (pardon toplantıya katılanlardan) konuşmak isteyenler olur…
Birden fazlası aynı anda söze başlayınca “Hoca” hemen uyarır.
“Konuşmak isteyen parmak kaldırsın. Parmak kaldırmayana söz vermem.”
Öğrencilerin (CHP yöneticileri ve yol arkadaşlarının) büyük bölümü uyarıyı dikkate alır.
Konuşmak istediklerinde parmak kaldırırlar… “Hoca” kendilerini işaret etmeden konuşmaya başlamazlar.
Yalnız, Erman Gölet isimli öğrenci (pardon CHP İl Başkanı) biraz sabırsız davranır…
“Hoca” kendisini işaret etmeden konuşmak ister.
Ama konuşamaz…
“Hoca”dan önce “sınıf başkanı” Ertan Koşarsoy müdahale eder.
“Sen sus, bak hoca konuşuyor.”
Erman Gölet bir süre susar…
Ama, “başkanlık ünvanının kapının dışında kaldığını” unutuyor olacak ki, yine “lafa karışmak” ister.
Her defasında da aynı müdahale ile karşılaşır.
“Hoca”dan önce “sınıf başkanı” Ertan Koşarsoy devreye girer.
“Hoca konuşuyor… Sen sus dinle.”
“Ders konusu” çok önemli ya…
“Hoca” öğrencilerin “pür dikkat” kendisini dinlemelerini ister.
Gözlerini üzerlerinden ayırmaz…
Bir ara Fuat Gürcüoğlu isimli öğrencinin (pardon Tepebaşı Belediyesi Başkan Yardımcısı ve Belediye Meclisi üyesi) kafası eğik bir şeyler yazdığını görür.
Anında müdahale eder…
“Fuat söyle bakayım… Ben konuşurken sen ne yapıyorsun.”
Fuat Gürcüoğlu kendisini savunur.
“Hocam, anlattıklarınızdan notlar alıyorum.”
“Hoca” savunmaya inanmamış olacak ki, genel bir uyarıda bulunur.
“Ben konuşurken beni dinleyin. Başka bir şeyle meşgul olmayın”
Uyarı bir süre işe yarar…
“Can kulağı” ile dinlerler “hoca”larını…
Ama, ders uzadıkça dikkatleri dağılır…
Aralarında “dalanlar” da olur…
“Hoca” bu… Hiç gözden kaçırır mı?
“Dalan” öğrencileri anında yakalar… Hemen müdahalede bulunur.
“Aklın nerede senin… Beni dinlemiyorsun.”
Öğrenciler itiraz ederler…
“Yok hocam, dikkatle dinliyorum.”
“Hoca” bazı öğrencilerine inanır…
Ama, bazılarına da inanmaz…
“Emin olmak” için “dikkat testi”nden geçirir.
“Dinlediysen söyle bakalım. Ben en son ne söylemiştim.”
Bazı öğrenciler “dikkat testi”nden geçer.
Ama, sayıları az da olsa geçemeyenler de olur.
Tabi ki, “fırçayı” yerler.
“Gördün mü bak, beni dinlememişsin. Gözünü, kulağını aç da beni dinle.”
Bazı öğrenciler “başka sınıftan geldikleri” için “ilk ders” biraz uzun sürer…
Ama sonunda “paydos zili” çalar…
Zil sesini duyan öğrenciler, sevinçle dışarıya atarlar kendilerini…
Çevrelerini kontrol ederler…
“Hoca”nın duymayacağından emin olunca derin bir “Ohh!..” çekerler…
“Ucuz atlattık. Ya Hoca ‘Çıkarın kağıdı kalemi, yazılı yapacağım’ deseydi ne yapardık?”
Başlangıçta da belirttik…
“Rivayet bu” işte…
“Yalan” mı?
O kadarını bilmeyiz…
Biz “anlatanların yalancısıyız.”
Vedat Alp