Güçlü Türkiye Önce Olmasın!
Milli bayramlarımızdan belki de en önemlisi diyebileceğimiz 30 Ağustos ve Zafer Bayramı’na Açılım Polemikleri, bir teğmenin eline verdiği pimi çekilmiş bomba yüzünden ölen 4 er ve TSK’nın “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganları ile kutluyoruz.
Başta açılım polemiklerinin getirdiği gergin ve kırgın ortam ve buna tuz biber olan ve ne siyasilerin ne de TSK’nın yorumladığı 4 er’in şehit olduğu olay.
Ülkemizde hemen hemen tüm erkekler askerlik görevini yapmıştır. Bir şekilde o kışladan içeri girmiş, uzun ya da kısa dönem bu şerefli vatan borcunu yerine getirmiştir. Tabii bir çok olaya ve kendini şaşırtan şeylere şahit olanlar da mutlaka ki olmuştur bu süreçte. Konumuz elbette bu süreçte yaşananlar değildir? Konumuz bu bayrama girilen slogandaki önceliklerin nasıl olması gerektiğini dair düşüncelerimiz.
Yani bu sloganla verilen mesajdan herkes aynı şeyi anlıyor. Güçlü bir Türkiye için Güçlü bir orduya gerek var. Peki sorular şunlar: Ordumuz güçsüz mü? Terör denen bu illeti ben çocukluğumdan beri sürekli duyuyorum neden şuana kadar bir avuç çabulcuya haddini bildirebilmiş değiliz? Peki Türkiye güçsüz mü?
Elbetteki Türkiye öyle güçsüz bir ülke değil.
Peki ya slogandaki yerleri değistirsek nasıl bir anlam çıkar ortaya?
GÜÇLÜ TÜRKİYE, GÜÇLÜ ORDU?
Aslında olması gereken de bu değil midir? Yani ülke ne kadar güçlü ise ordusunu da o kadar güçlendirmeyecek midir? Güçsüz parasız bir ülkenin ne kadar güçlü ordusu olabilir? Ya da ne kadar süre bu güçlü orduyu finanse edebilir? Mesela güçsüz olan bir ülke olsa ve ordudaki rütbeli personel ve diğer maaşlı çalışanlar banka matiklerine gittiklerinde maaşlarının yatmadığını görseler. Durum nasıl olur? Vatan millet sakarya söylemlerinde değişme olur mu? Maaş yatmamış diye hersey vatan için temposunda yürümeye aynı şevkle devam ederler mi? Gücü tükenmiş bir ülkenin ordusunu beslemesi mümkün müdür? Elbetteki hayır.
Basit birkaç strateji oyununu oynayan herkes az çok oyunda başarılı olmasının yollarını iyi bilir! Önce üreten bir grup oluşturursunuz. Bunun içinde oduncusu, madencisi, ustası, çiftçisi gibi unsurlar vardır. Bu arada saldırılara karşı koymak ve medeniyetinizi korumak için de askerler oluşturursunuz elinizdeki üretim kaynığının sağladığı imkanlarla. Sonra oyun böyle sürer. Üreten kesim güçlendikçe askerlerinizi güçlendirirş daha iyi donanımlar sağlarsınız. İlk başta 3-5 olan asker sayısınızı da artırabilirsiniz. Kaynaklarınızı artırmaya da devam edersiniz bu süre içinde. Elinizde kaynaklar arttıkça daha üst düzey silahlarla donatırsınız ordunuzu ve asker sayınızı da artırabilirsiniz. Böylece hem saldırılara karşı koyarak medeniyetinizi korur, hem de gerektiğinde sizde saldırarak rakibiniz olan medeniyetleri yok edebilirsiniz.
Bu, basit bir oyundaki mantık. Açıkcası gerçek yaşamdan da çok farklı değil. Geliştirilen yapay zeka ve senaryonun mantığ aynen böyle çalışıyorı. Çünkü siz güçlendiğiniz süre içinde yapay zekada sizi tehdit eden unsurların üretim kaynaklarını güçlendirmeye ve daha ekipmanlı bir ordu kurmaya devam edecektir. Sizin de onlara karşı koyabilmenizin ve medeniyetinizin devamını sağlamanızın tek yolu üretim gücünüzü yitermeden, artırarak üretmeye devam etmektir. Ancak böylece güçlü bir ordu kurabilir ve bu ordunun kaynaklarını hazırlamış olabilirsiniz.
Tarihin nasıl geliştiğini de düşünürseniz, bunları birbiriyle bağlayabilirsiniz. Tarihi süreçte medeniyetin gelişmesinin en önemli dönüm noktası sabanın bulunmasıdır. Saban bulunana kadar insanlar sadece kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar üretebilmiştir. Oysa saban bulunduktan sonra üretim artısı ortaya çıkmış, böylece farklı mesleklerden insanlar yeni alanlarla uğraşmaya başlamışlardır. Üretim artısı yükseldikçe bu ayrım daha da artmıştır. Mesela rahipler ortaya çıkmıştır, üretenleri koruyan askerler. Düşünsenize aç bir insan sizi koruyabilir mi?
Peki sloganın söyleniş tarzı doğrumu sizce bu durumda? Yani “Güçlü ordu, Güçlü Türkiye” mi? Yoksa “Güçlü Türkiye, Güçlü Ordu”mu?
Yine daha somut ve yakın bir örnek verelim. Özel sektörde çalışanlar bu durumu daha iyi anlayacaktır. Yaşanan kriz ortamlarında genelde yöneticileriniz ya da patronlarınız size maaş zamlarınızın durdurulduğunu veya daha da ileri giderek maaşlarınızın düşürüldüğünü söylerler. Gerekçeleri açıktır. Güçle bir işletme yapısını ayakta tutabilmek. Yani güçlü çalışan, güçlü işletme değildir yapılması düşünülen. Ayakta kalabilmenin tek koşulu gücünü yitirmemiş bir işletmedir. Güçlü çalışanın ancak güçlü bir işletme ile sağlanabileceğini söylerler çalışanlara. Ki haklılardır da. Zira gücünü yitiren bir işletme size maaşısınızı birkaç ay daha verebilir tam olarak ama ya sonrası. Evet sonrasında gücünü yitiren ve güçlü çalısanlarının varlığını sürdürmeye çalışan işletme iflas eder. Böylece ne güçlü çalışan kalır ortada ne de bir işletme. Bir çok özel sektör çalışanı kriz süreçlerinde bu ve buna benzer senaryoyu bir şekilde yaşamışlardır.
Bugüne kadar yaşadığmıız krizlerle ilgili genelde fedakarlıkları yapması beklenenler de özel sektör olmuştur, dar gelirli çalışanlar, küçük esnaf. Peki ya diğerleri. Onlar süreçte fedakarlıkları yapanların sayesinde ayakta durmaya devam eden güçlü, yaşam standardını koruyan ve kriz var nidaları atanlar değiller midir? Bunlardan kaç tanesi çok yakan makam arabasına daha az binmeyi düşünmüştür, kaç tanesi giderleri kısmayı düşünmüştür. Fedakarlık olsun diye fazladan 1 saat de ben ücret almadan çalışayım demiştir.
Evet konu biraz dağılıyor ama güçlü bir ülke ve güçlü bir ordu. Ancak ve ancak güçlü bir ekomiyle, güçlü iktisadi kalkınmayla olur. Dünyanın neresinde güçlü ordusu olan bir ülkeninde bundan dolayı güçlü olduğu görülmüştür çağımızda. Çağımızda diyorum çünkü eski çağlarda güçlü ordusu olan diğer milletlerle savaşır kazanır ve ellerindekileri alırdı. Böylece güçlü ordu güçlü ülkenin olmasında bir araçtı. Peki ya günümüzde durum böylemi? Ekonomik alanda ciddi bir güç olan ve hepimizin evlerine ürettikleri ürünlerle giren Çin bu gücünü ordusunun güçlü olmasına mı borçlu. Ya da diğer bir yakın komşusu Japonya.
Peki bizde neden Güçlü bir ordunun Güçlü bir Türkiyenin koşulu olduğu gibi bir düşünce empoze edilmeye çalışıyor. Ordunun, bütçesinin ve yaptıklarının sorgulanmasından mı kaygı duyuluyor? Statü değişiki gibi bir kaygı mı var yoksa? Yada Postmodern bir ordunun gerçeklerinin bu kadar konuşuluyor olmasının yarattığı endişeler sonucunda bir manipülasyonla durum kurtarılmaya mı çabalanıyor?
Peki ya ordunun giderlerini karşılayamayan bir ülke olsa, maaşları ödenmese güçlü ordu nasıl olur da Türkiyeyi Güçlü bir ülke haline getirebilir.
Çoğu siyasi ve bir çok bürokratın konuşmalarını dinlediğimde aklıma hep Rüştü Asyalı’nın oynadığı Keloğlan filmleri gelir. İşten çok o kadar laf üretilirki bu filimlerde. Diyalogları hayranlıkla ve hayretle izlersiniz. Edebi birer metin gibi süslenmiş diyaloglar arasında masalsı bir dünyayı yaşarsınız.
Ancak hayat masal gibi olağanüstü şeyler barındırmaz içinde. Mucizeler yoktur. Gerçekler vardır. Bu gerçekleri kabul edebilenlerin ve var gücüyle çalışanların başarılı olduğu bir düzen vardır hayatta.
Yani bir slogandan nelerde çıkarmışsın diye düşünebilirsiniz. Ancak bu resimden başka nasıl bir analiz çıkarılabilir ki!
Siz karar verin. Demokrasi amaçmıdır, araçmıdır diye bir polimik var ya, ondaki gibi. Güçlü bir ülke için, güçlü bir ordumu gerekir. Yoksa güçlü bir ordu için güçlü bir ülkemi?
Karar sizin. Ben sadece bu kavram kargaşası ile insanlara enformasyon yolu ile gönderilmek istenen bir manipülasyonu analiz etmeye çalıştım.
Doğrusu hangisi olabilir buna da siz karar verin?